-
KUYU
Kuyuya düşmüş birini kuyunun başından “yukarı çık, çık yukarı” diye seslenerek kurtaramazsınız. Kuyunun başında durup “Ben sana buralarda dolaşma, buralar tekinsiz demiştim” ya da “Ama sen de hiç önüne bakmıyorsun canım , böyle olacağı belliydi” diyerek yardımcı olamazsınız. Eleştirmeye, tavsiye vermeye ve hatta birine yardıma niyetleniyorsanız evvela sırtınızdaki üstenci hırkayı çıkarıp yavaşça yere bırakacaksınız. Sonra elinize kalınca bir ip alıp kuyuya sarkıtacak hatta daha iyisi belinize bağlayıp kuyuya, düşenin yanına ineceksiniz. Kucaklayıp çıkabiliyorsanız ne alâ… Eleştiri ve tavsiye bilgelik gerektirir. Neyi, hangi tonda ve ne zaman söyleyeceğini bilmek gerektirir. Talep edilmiyorsa, şartlar mecbur bırakmıyorsa veya yeterli içsel derinliğe ulaşılamıyorsa lütfen yeltenmeyiniz. Kuyunun dibinde sessizce oturup beklemek kuru gürültüye maruz kalmaktan…
-
YARISI
Gecenin yarısı, neresi bölünürken uykularım gecenin iki yarımdan ibaret olmadığını anladım binlerceydi bir gece keder binlerce özlemek binlerce ne geceyi bölebildim ne özlemi ne de kederi ikiye seni bulunca yarısını sana veresiye Kasımın başı uçlarında sen varmışsın gibi kestirdim saçlarımı ellerim üşüyor Not: Kavlen Dergisi 10.sayıda yayınlanmıştır.
-
Beklenti
Beklentilerim var, evet. Hayattan, kendimden, sevdiklerimden ve hatta gün içinde temas ettiğim ve yakın olmadığım insanlardan bile beklediklerim var. Ve beklentiyi lanetleyenlerin aksine sağlıklı olanın bu olduğuna, her ilişkinin temelinde beklentiler olduğuna inanıyorum. Bu beklentileri meşru bir zemine oturtabilmek de o ilişkinin sağlıklı ve uzun soluklu olmasını sağlıyor. Bir ilişki tesis etmek ve sürdürmek zor. Uyumlanmak ve kendinden taviz vermek arasındaki sınırı çizmek zor. Uyum güzel, başkasına yük olmamak, kimsenin üzerinde baskı yaratmamak, birini kaybetmemek için olmazsa olmazlarından vazgeçmek güzel değil. Uyum sağlamaya kodlanmış kadınlar hep kendi önceliklerine ihanet etmenin doğurduğu bir kaygı taşıyor. O kaygı bir tümsek, takılıp düşüyoruz. Bu sefer düştüğümüz yerden elimizde bir avuç öfke ile kalkmayı…
-
Umduğumuzdan güzel geçsin yaz…
Haziran’ın ilk günlerinde burada olmayı ve bir mevsimin büyümeye başlamasını izlemeyi seviyorum. Çiçeğe durmuş nar ağaçlarını, her yazın başında nar çiçeği rengine yeniden hayran olmayı Ağustosun sıcağına gölgesini büyüterek hazırlanan asmayı Boyuna bosuna bakmadan dallarını elmalarla yoran bodur elma ağacını Dut ağacının altındaki, düşen karadutların renkleriyle desenlenmiş ahşap masayı Issız kumsalı Kumsalda onarılmayı bekleyen salıncağı Şimdilik gölgesinden başka kimsesi olmayan şemsiyeyi Bu sakinliği seviyorum. Dün gece rakı masası dut ağacının altına kuruldu, sonraki sefer muhtemelen o rakı asmanın gölgesinde içilecek. Çiçekler nara, elmalar kırmızıya dönecek. Salıncak için mutlaka sıra beklenecek. Bir yaz daha gözümün önünde büyüyecek. Ve ben yine her halini seveceğim.
-
Gidiyorum
Herkesin içindeki iyiliği uyandıramayacağımı öğrenmiş ya da herkesin içindeki iyiliği benimle paylaşmak istemeyeceğini kabullenmiş olarak, kendime dair bu yersiz özgüveni terk ederek gidiyorum. Dışarısı yaptıklarının sorumluluğunu almak istemeyenlerle, kendi mazeretlerine ikna olanlar ve başkasını suçlamanın konforuna saklananlarla dolu. Ben içime gidiyorum. Çok kalabalıktım, bulandı sularım. Herkese yetemeyeceğimi, bazılarını mutlu edemeyeceğimi anlamış olarak, bu lüzumsuz çabayı terk ederek gidiyorum. Durulmaya, sonsuz alternatiflerin arasından “bir tane” olma umuduna gidiyorum. Canım acımamış gibi yapmayı bırakarak, herkese meram anlatmaya çalışmaktan vazgeçerek, her ne demekse “güçlü olma” halinden pes ederek gidiyorum. Ciğeri beş para etmezlere canımı yakacak kadar yakınıma gelme fırsatı verdiğime köpek gibi pişman olmaya, kendimi suçlamaya, doyasıya üzülmeye gidiyorum. Geçen gece tenimin altına…
-
KETUM
Bu geceŞeffaf tenimin altına ince bir perde dokudumİnce fakat ketumOrta yerde kustukları hırslarınıKırgınlık kılıfına sardıkları kıskançlıklarınıKüskünce ördümUcuna suskunluktan saydam bir düğümSıkıca örtündüm Demek ben içimi hep yanlış yere döktüm Göremezsiniz artıkYüzüme vurduğunuz karanlığımıÖrtündümGöremezsiniz artıkIşığım da perdenin ardında kaldıOysa nasıl övünürdüm Sayenizde, büyüdüm.
-
Naz’a…
Kendi çocuklarını büyütürken ya da torunlarını severken benim anneliğimin aklında nasıl kalacağını, kalbinde nasıl hisler uyandıracağını kestiremiyorum. Yaşın ilerledikçe kendinde sevmediğin bazı şeylerin faturasını bana keseceğini ve bunların çoğunda da muhakkak haklı olacağını biliyorum. Kestiğin faturayı adresime teslim etmeden önce bilmeni isterim ki elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Bu konuda hakkımı teslim etmen bana yeter. Bir anne olarak beni nerede konumlandıracağını bilemesem de bir kadın olarak nasıl hatırlamanı istediğimi biliyorum güzel kuzum. Mutlu olduğumu bil. Tercihlerimde özgür olduğumu… İçimden geleni yapabilmek için hem kendimle hem dış sesle çok savaştığımı ve fakat sonunda başardığımı… Mutlu, tercihlerinde ve içinden geleni yapmakta özgür bir kadın olabilmek içinse kendi ayakların üzerinde durabilmelisin. Ben…
-
”Gel” diyor…
Böyle zamanlarda beni çağırıyor Duyuyorum Yorgun olduğumu, koynunda dinleneceğimi biliyor "Gel" diyor Israrsız bir teklif Zamansız bir davet bu Kadim dillerden birinde söylenen yas şarkısını bölen ferah bir fısıltı Gidebilsem Tuttuğum nefesi usulca bırakırım belki Bir kurşun kalem ucuyla yaptığım kazıyı denizin kenarında sonlandırır Uzun zaman sonra içime sinen bir şey yazarım Derinleşen uçurumları kapamanın sırrını gün batımına sorarım O çınar ağacının altında oturur Uzun uzun susarım Birazını şifalı serin sularına, birazını bir zeytin ağacının altına bırakırım üzerimize yağan haksızlıkların Bunca şey olmadan önceki beni belki hatırlarım Kendimden eksilenleri geri alır, kendime gelecek günler için umut bırakırım Yarım bıraktığım bir kitabı bitirip yarım bıraktıklarımla barışırım Mühürlenmiş bir acının mührünü kırar…
-
Güzellik Üzerine…
Hekim olduğum için çok şanslıyım, çevremde kozmetik dermatolojiyi, plastik cerrahiyi, jinekolojiyi etik değerlerden ayrılmadan, hastanın yaşını, şikayetini, talebinin gerekliliğini en ince detayına kadar irdeleyerek, sorgulayarak icra eden meslektaşlarım var. Hani populer bir laf var ya; “yaşımın en iyisi olmaya çalışırken” onların tecrübelerinden faydalanmaktan, yaş almanın olumsuz etkilerini sayelerinde minimuma indirmeye çalışmaktan son derece memnunum. Fakat bazen (hasta-danışan olarak) hepimiz bir noktayı gözden kaçırıyoruz. Normalin ve güzelin varyasyonları var ve asıl güzel olan tam olarak da onlar…Bir kadının (ya da erkeğin) kendine iyi geleni yapmasında veya yaptırmasında hiçbir sakınca yok elbette. Fakat bize iyi gelenin ne olduğunu, kendimizi nasıl daha güzel hissettiğimizi daha derin düşünsek nasıl olur? Güzellik gerçekten renkli gözler,…
-
EKSİK
Bazen eksik bir şey oluyor. Ya hiç olmamış ya da o kadar uzun zaman eksik kalmış ki yokluğuna alışılmış, boşluğu kanıksanmış... Adını koyamadığın, farkına varamadığın boşluğa adrese teslim bir özlem gelip yerleşiyor bir gün. İki gündür bir "hâl"i özlüyorum. "Eksik bir uzvun hayalet ağrısı" gibi yazmıştım geçen hafta bir öyküde. Kendini gerçekleştiren kehanet oldu. Eksik bir uzvun hayalet ağrısı gibi, o "hâl"in yokluğu içimi sızlatıyor. Ezberimdeki cümlelere kelimeler ekliyor, öznelerini değiştiriyorum. "Sen halledersin." in öznesini 1.tekil şahsa çevirip sonundaki nokta yerine virgül koyuyorum. Virgülün peşine 3 kelime ekliyorum "Sen düşünme artık." Güneş tutuldu ya dün, sanırsın ben güneşi elimle tuttum, öyle yandı canım. Bütünün hayrına niyetler tutacakmışız, öyle yazıyor astrolojiden…





















