-
HEVES
Sevdiğim birine hediye etmek isteyeceğim kadar iyi bir kitap okumak,İçimde bir hissi her sefer öperek uyandıran bir şarkıyı tekrar tekrar dinlemek,Yeni bir şiir ezberlemek istiyorum.Ya da belki sadece bir kıtasını…Parmaklarımın arasında ince bir dal sigara tutup dumanını gündüzün ağdalı sıcağını hafifleten temmuz akşamı gibi serin bir nefesle dolunaya üflemek istiyorum.Oğlak dolunayı yorumları okumak,8-8 kapısına heveslenmek,Bir sabah seher vakti uyanıp gün katman katman açılına dek dua etmek istiyorum.Bir sabah seher vakti uyanıp elimdeki küreklerle, sakince uyuyan gümüş grisi denizi katman katman açmak istiyorum.“Gökyüzüne bakmak,Dostlara mektuplar yazmak,Çiçekleri sulamak,Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlamak” istiyorum.“Düşünmek yok etmektir” diyor Pessoa. Yok edene dek değil de var olana kadar düşünmek istiyorum.Kavuşmak gibi, tebessüm gibi, pürüzsüz bir suskunluk…
-
YARGI
Yargılıyoruz.Yapabiliriz, bunda bir beis yok.Sadece “mış gibi” yapılan her şey gerçekten tüylerimi diken diken ettiği için yazıyorum. Yargılayın, yeter ki yargılamıyormuş gibi yapmayın.Sessizce dinleyip susuyor olmak yargılamadığınızı göstermez. Anlatılanları alıp vakti gelince kullanmak üzere cebinize koyuyorsanız, duyduklarınız evvelce bildiklerinizin üzerine gölge düşürüyorsa, gölgelerden yersiz kaygılar devşiriyorsanız, yeri sağlam etiketlerin üzerindeki sıfatları kolaylıkla başkalarıyla değiştiriyorsanız yargılıyorsunuz. Hele bir de bunları karşı tarafın iyiliğini düşünüyor gibi yapmacık bir dostluk kisvesi altında pazarlıyorsanız, eyvah…Güvenle ilgili çok sevdiğim bir söz var: “Birine güvenmek o bunu yapmaz demek değildir, bunu yaptıysa bir sebebi vardır diyebilmektir.” diyor.Bir sebebi vardır diyebilmek,bir dönemdir, geçecektir diyebilmek,bende kredisi var, bu sefer oradan kullandık diyebilmektir.Güvendiğimiz insanlar da bize ters gelen işler…
-
METRUK
Sen yoktun, ben İkimizden metruk bir şehir kurdum Bir kış boyu her gece Farklı sokağında uyudum Uyandım, kayboldum Uyandım, kayboldum Not: Edebi Dergi Nisan sayısında yayınlanmıştır. Photo by Jay Vulture.
-
14 MART
Bazen dünya şirazesinden çıkar. Kötülük ete kemiğe bürünür, pervasız, fütursuz, hadsiz olur. Kötülük canilerin ayağında bir tekme olur, 19 yaşında bir çocuğun canını alır, maden faciası sonrası bir maden işçisinin daha ne kadar yanabileceğini bilmediğimiz canını yakar, küçücük savunmasız bir cana 6 dakika boyunca vahşice işkence eder. Kötülük güzel ülkemde nedense cezasız kalır! Dünya kötülüğün kucağında savrulurken iyi insanlar da dengesini korumakta zorlanır bazen. Özünden, değerlerinden uzaklaşır. Böyle zamanlarda hekimlik bizim kerteriz noktamızdır. Hava sislendiğinde, deniz dalgalandığında bize nerede olmamız gerektiğini gösteren deniz feneridir. Denizdeki tek gemi, gemideki tek kaptan olmaktan korkmamanın, kimseye muhtaç olmamanın güvencesidir. Kim olduğumuz kadar yola çıkarken kim olmayı hedeflediğimizi, kim olmak istediğimizi hatırlatan aynadır. Hekimlik…
-
YENİDEN
"Biz kırıldık daha da kırılırız Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü Hırsız da bilmiyor çaldığını" diyor Yarımada'da Cemal Süreya. Daha ziyade kırıldım sanıyorum ama yeri geldi hırsız da oldum ve kimbilir belki katil de. Fakat bilmeyen olmadım hiç. Çaldığımı da öldürdüğümü de bildim. Bilerek yapmadım ama yaptıktan sonra fark ettim. Acısını çektim, pişmanlığını yaşadım, gözyaşını döktüm. Muhattabından özrünü, Yaradan'dan affını diledim. Pişmanlığım bir yaraya merhem oldu mu bilmem ama olsun istedim. Ne yaşarsak, ne kadar güzel yaşarsak yaşayalım perde kapanmadan önceki son sahne ile mühürlenir tüm oyun. Sahici bir farkındalık, samimi bir özür, içten bir pişmanlık oyunun devamına yeterli olamasa da senaryoyu zihnimizde geriye dönük tekrar kurgulamaya, anıları nizami, insanları güzel…
-
Bana doğru…
Her gün şeyhine giden bir derviş varmış. Bir gün: "Efendim, kırk yıldır her gün size geliyorum." demiş. Şeyhi de demiş ki: "Ah evlat! Keşke kırk yıldır her gün bana geleceğine, bir gün de kendine gideydin." Uzunca zaman "kendine gidemeyenlerle" meşgul olmuşum. Biri yolu kendi bulur umuduyla sabırla beklemişim, bir diğerinin uzattığını zannettiğim elinden tutup yolculuğuna eşlik etmek istemişim, birine hiç dinlemediğini ya da anlamadığını çok geç fark ettiğim ipuçları fısıldamışım. Aynı yerde duralım, aynı manzaraya bakalım diye yola niyet etmemişleri çekiştirip yorduğum da olmuş, acemisi olduğum sokaklarda kendi yükümden fazlasını taşıyıp yorulduğum da... Ben kendime yaklaşmak için yorulmalıymışım zira. Heveslerimin ve haddinden fazla iyi niyetlerimin sivri köşelerini törpülemeli, aklıma düşen…
-
KUYU
Kuyuya düşmüş birini kuyunun başından “yukarı çık, çık yukarı” diye seslenerek kurtaramazsınız. Kuyunun başında durup “Ben sana buralarda dolaşma, buralar tekinsiz demiştim” ya da “Ama sen de hiç önüne bakmıyorsun canım , böyle olacağı belliydi” diyerek yardımcı olamazsınız. Eleştirmeye, tavsiye vermeye ve hatta birine yardıma niyetleniyorsanız evvela sırtınızdaki üstenci hırkayı çıkarıp yavaşça yere bırakacaksınız. Sonra elinize kalınca bir ip alıp kuyuya sarkıtacak hatta daha iyisi belinize bağlayıp kuyuya, düşenin yanına ineceksiniz. Kucaklayıp çıkabiliyorsanız ne alâ… Eleştiri ve tavsiye bilgelik gerektirir. Neyi, hangi tonda ve ne zaman söyleyeceğini bilmek gerektirir. Talep edilmiyorsa, şartlar mecbur bırakmıyorsa veya yeterli içsel derinliğe ulaşılamıyorsa lütfen yeltenmeyiniz. Kuyunun dibinde sessizce oturup beklemek kuru gürültüye maruz kalmaktan…
-
Çok, Az
Bazı "çok"lar yük insana, Ben bu yılı azalarak bitiriyorum. Düşünmenin, Zannetmenin, Konuşmanın, Paylaşmanın, Çabanın Ve insanların fazlasını terk ettim, yeni bir yıla azalarak yürüyorum. Yeni yılı "Bir şey yapmadan sessizce otur, Bahar gelir, otlar kendiliğinden biter..." diyen bir Zen şiiri gibi sakin ve umutlu bekliyorum. Bir şey yapmadan sessizce otur, Bahar gelir, otlar kendiliğinden biter...
-
Olacak olan…
Bir gece önce geç bir saatte tatilden dönmüş, ertesi gün çalışmıştım, yorgundum. Didem'i çok özlemiştim fakat o gece aramızda olamayacaktı. Hava gereğinden fazla sıcak, sokaklar gereğinden fazla kalabalık, saçlarımın rengi gereğinden fazla açıktı. Vapur beklenenden erken kalktı, adaya varmamız beklenenden uzun sürdü, yol boyu rüzgar beklendiği kadar esmedi. Güneş yüzümde beklediğimden çok iz bırakmıştı, sıcaktan ve nemden akan fondöten lekeleri beklendiği kadar kapatamıyordu. Didem'in yokluğu beklenenden erken ve yoğun hissediliyordu. Ve fakat üzerinden handiyse 2 gün geçmiş olmasına rağmen bu sabah hala ''Bu seferlik böyle olsun'' diyerek başladığımız geceki mutluluğumuzu konuşuyoruz. Bazen hiçbir şey gerektiği kadar ya da beklendiği gibi olmaz. Olduğu kadar olur ve en güzeli odur. Olacağına varmasına…
-
Umduğumuzdan güzel geçsin yaz…
Haziran’ın ilk günlerinde burada olmayı ve bir mevsimin büyümeye başlamasını izlemeyi seviyorum. Çiçeğe durmuş nar ağaçlarını, her yazın başında nar çiçeği rengine yeniden hayran olmayı Ağustosun sıcağına gölgesini büyüterek hazırlanan asmayı Boyuna bosuna bakmadan dallarını elmalarla yoran bodur elma ağacını Dut ağacının altındaki, düşen karadutların renkleriyle desenlenmiş ahşap masayı Issız kumsalı Kumsalda onarılmayı bekleyen salıncağı Şimdilik gölgesinden başka kimsesi olmayan şemsiyeyi Bu sakinliği seviyorum. Dün gece rakı masası dut ağacının altına kuruldu, sonraki sefer muhtemelen o rakı asmanın gölgesinde içilecek. Çiçekler nara, elmalar kırmızıya dönecek. Salıncak için mutlaka sıra beklenecek. Bir yaz daha gözümün önünde büyüyecek. Ve ben yine her halini seveceğim.





















