Her gün şeyhine giden bir derviş varmış. Bir gün: "Efendim, kırk yıldır her gün size geliyorum." demiş. Şeyhi de demiş ki: "Ah evlat! Keşke kırk yıldır her gün bana geleceğine, bir gün de kendine gideydin."
Uzunca zaman "kendine gidemeyenlerle" meşgul olmuşum. Biri yolu kendi bulur umuduyla sabırla beklemişim, bir diğerinin uzattığını zannettiğim elinden tutup yolculuğuna eşlik etmek istemişim, birine hiç dinlemediğini ya da anlamadığını çok geç fark ettiğim ipuçları fısıldamışım. Aynı yerde duralım, aynı manzaraya bakalım diye yola niyet etmemişleri çekiştirip yorduğum da olmuş, acemisi olduğum sokaklarda kendi yükümden fazlasını taşıyıp yorulduğum da...
Ben kendime yaklaşmak için yorulmalıymışım zira. Heveslerimin ve haddinden fazla iyi niyetlerimin sivri köşelerini törpülemeli, aklıma düşen soru işaretlerinin çengellerini bilemeliymişim. "Acaba, belki, biraz"ın zihnime takıldığı, dilime dolandığı her durumdan ve her insandan tereddütsüz uzaklaşmalıymışım.
Heybemde 40 yıllık (benden başka kimsede olmamasına pek şaşırdığım)"keşke" var,
"başka türlü olsa nasıl olurdu" var,
olmazları oldurma gayreti,
çıkmaz sokakları zorlama var.
"Hiç değmezmiş" de var,
"Çok özlüyorum" da...
Çok veda var ve o vedaların kimi hak edilmemiş kimi hakkınca tutulamamış yasları var.
Birinin yası değil bu, ömürlük olur sandığın dostluğun, sonunda buldum dediğin aşkın umudunun yası. Yas da kabulüm elbette, umuduma zeval gelmediği müddetçe.
Yorulup durmak da yola dahil. Yoldayım, yorgunum, duruyorum.
Not: 1 sene önce bu vakitler bir rakı masasında bir arkadaşım "artık hayatımda insan kaybetmek istemediğim bir dönemdeyim" demişti. Çok kıyım yaşanan o dönemde söylediği o cümleyi unutmadım. Bundan sonrası için dileğim yanımda, yakınımda olan yanımda, yakınımda kalsın.