Güzellik Üzerine…
Hekim olduğum için çok şanslıyım, çevremde kozmetik dermatolojiyi, plastik cerrahiyi, jinekolojiyi etik değerlerden ayrılmadan, hastanın yaşını, şikayetini, talebinin gerekliliğini en ince detayına kadar irdeleyerek, sorgulayarak icra eden meslektaşlarım var. Hani populer bir laf var ya; “yaşımın en iyisi olmaya çalışırken” onların tecrübelerinden faydalanmaktan, yaş almanın olumsuz etkilerini sayelerinde minimuma indirmeye çalışmaktan son derece memnunum.
Fakat bazen (hasta-danışan olarak) hepimiz bir noktayı gözden kaçırıyoruz. Normalin ve güzelin varyasyonları var ve asıl güzel olan tam olarak da onlar…Bir kadının (ya da erkeğin) kendine iyi geleni yapmasında veya yaptırmasında hiçbir sakınca yok elbette. Fakat bize iyi gelenin ne olduğunu, kendimizi nasıl daha güzel hissettiğimizi daha derin düşünsek nasıl olur?
Güzellik gerçekten renkli gözler, hokka burunlar, ince bel, uzun bacaklardan mı ibaret? Yoksa güzellik biriktirdiklerimiz mi daha çok? Okuduklarımız, inandıklarımız, inandığımız şeyleri nasıl savunduğumuz, nasıl dinlediğimiz, hatalarımız, hatalardan aldığımız dersler, dik duruşumuz mu güzellik yoksa? Gözün renginden çok içindeki ışık mı, yaşama iştahı mı, deneyimlere açık olmak mı, özgürlüğünün sınırlarını belirleyebiliyor olmanın, kendini tanıma cesareti gösterebilmenin özgüveni mi güzellik?
Bir konu hakkında söyleyecek sözün olması kadar güzel ne olabilir?
İncelik var güzelliğin içinde, zarafet var, cesaret var, zorluklarla nasıl baş ettiğin, iltifatları nasıl kabul ettiğin, ne kadar çabaladığın, sana sunulmuş olanları hazmedip edemediğin var. Çok katmanlı bir şey güzellik ve biz onu tek boyuta indirgeyip standardize etmeye çalışıyoruz. Ne acı… Daha acısı farklılıklarımızın güzel veya sevilesi olduğunu fark etmiyor oluşumuz. Gülerken burnum aşağı düşüyor benim, bir gözüm diğerinden fazla kısılıyor. Belki tam da bunu sevecek biri bende, beni bunun için güldürmek isteyecek. Kusurlarınızı da sevmeyen biri sizi gerçekten seviyor olabilir mi?
Ursula K. Le Guin’in 1992 yılında yazdığı “Köpekler, Kediler ve Dansçılar: Güzellik Üzerine Düşünceler” adlı makaleden alıntı yaparak bitireyim. Ursula annesinin 83 yaşında ölüm döşeğindeki görüntüsünden yola çıkarak yazıyor ve muhteşem yazıyor;”Onu düşündüğüm zaman gördüğüm insan bu mu? Bazen. Öyle olmamasını isterdim. Gerçek bir imge, ama daha gerçek bir imgeyi bulanıklaştırıyor, karartıyor. Annemle elli yıllık anılarım arasında bir anı. Zamansal olarak sonuncu. Ardında hayal gücü, söylenti, fotoğraflar, anılardan oluşmuş daha derin, karmaşık ve sürekli değişen bir imge var. Colorado Dağları’nda kızıl saçlı bir çocuk, üzgün yüzlü narin bir üniversiteli kız, nazik ve gülümseyen genç bir anne, zeki ve entelektüel bir kadın, rakipsiz bir çapkın, ciddi bir sanatçı, müthiş bir aşçı görüyorum. Onu sallanırken, ot yolarken, yazarken, gülerken görüyorum. Narin, çilli kollarındaki turkuaz bilezikleri görüyorum. Hepsini bir anda, hepsini birden görüyorum, hiçbir aynanın yansıtamayacağı bir imgeye, geçen yılları aydınlatan ruha bakıyorum, ne güzel. Büyük sanatçıların görüp resmini yaptığı bu olmalı. Rembrandt’ın portrelerindeki yorgun, yaşlı yüzlerin bize bu denli keyif vermesinin nedeni bu olmalı: Güzelliği yüzeysel değil yaşamsal göstermeleri.”


